١٤
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه لَا يَسْتَجيبُونَ لَهُمْ بِشَىْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه وَمَا دُعَاءُ الْكَافِرينَ اِلَّا فى ضَلَالٍ
(14) lehu da’vetül hakk vellezine yed’une min dunihi la yestecibune lehüm bi şey’in illa ke basiti keffeyhi ilel mai li yeblüğa fahü ve ma hüve bi baliğih ve ma düaül kafirine illa fi dalal
hak olan davet ancak O’nadır onların (Allah’tan) O’ndan başka yalvardıkları onların hiçbir şeylerine icabet etmezler ancak (onların hali) iki avucunu suya uzatan kimse gibidir “ağzına su gelsin” diye o su gelmez kafirlerin duaları ancak sapıklık içinde (yapılan dualardır)
1. | lehu | : ona (kendisinedir) |
2. | da’vetu el hakkı | : hakkın daveti |
3. | ve ellezîne | : ve o kimseler |
4. | yed’ûne | : dua ederler |
5. | min dûni-hi | : ondan başkasına |
6. | lâ yestecîbûne | : icabet edilmez |
7. | lehum | : onlara |
8. | bi şey’in | : bir şey ile |
9. | illâ | : ancak |
10. | ke bâsitı | : açan gibidir |
11. | keffey-hi | : avucunu |
12. | ilel mâi (ilâ el mâi) | : suya |
13. | li yebluga | : erişmesi için |
14. | fâ-hu | : onun ağzına |
15. | ve mâ huve | : ve o değildir |
16. | bi | : ile |
17. | bâligı-hi | : ona erişen (ulaşan) |
18. | ve mâ | : ve değildir |
19. | duâu el kâfirîne | : kâfirlerin duası |
20. | illâ | : …den başka |
21. | fî dalâlin | : dalâlette, sapıklık içinde |
١٥
وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاصَالِ
(15) ve lillahi yescüdü men fis semavati vel ard tav’av ve kerhev ve zilalühüm bil ğudüvvi vel asal
kim varsa Allah’a secde ederler göklerde ve yerde ister istemez ve onların gölgeleri de sabah ve ikindiden sonra
1. | ve lillâhi (li allâhi) | : ve Allah’a |
2. | yescudu | : secde eder |
3. | men fî es semâvâti | : semalarda olanlar |
4. | ve el ardı | : ve yeryüzü |
5. | tav’an | : isteyerek |
6. | ve kerhen | : ve istemeyerek |
7. | ve zilâlu-hum | : ve onların gölgeleri |
8. | bi el guduvvi | : sabahleyin, sabah |
9. | ve el âsâli | : ve akşamleyin, akşam |
١٦
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه اَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الْاَعْمى وَالْبَصيرُ اَمْ هَلْ تَسْتَوِىالظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ اَمْ جَعَلُوا لِلّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
(16) kul mer rabbüs semavati vel erdi kulillah kul e fettehaztüm min dunihi evliyae la yemlikune li enfüsihim nef’av ve la darra kul hel yestevil a’ma vel besiyru em hel testeviz zulümatu ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkihi fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey’iv ve hüvel vahidül kahhar
sor: “göklerin ve yerin Rabbi kim?” “Allah” de de ki siz (Allah’tan) o’ndan başka dostlar mı edindiniz? kendi nefislerine fayda ve zarar vermeye malik olmayan de ki: bir olur mu? kör ile gören yahut karanlıkla nur bir olur mu? yoksa Allah’a ortaklar yaptılar da onun yarattığı gibi yarattılar da sonra benzettiler bu yaratmayı kendilerince de ki Allah her şeyi yaratandır o, zatında tek ve kahredicidir
1. | kul | : de |
2. | men | : kim |
3. | rabbu es semâvâti | : semaların (göklerin) Rabbi |
4. | ve el ardı | : ve yer |
5. | kulillâhu (kul allâhu) | : “Allah’tır” de |
6. | kul | : de |
7. | e fettehaztum | : artık siz, …mı edindiniz |
8. | min dûni-hi | : ondan başka |
9. | evliyâe | : evliya, velîler, dostlar |
10. | lâ yemlikûne | : yapamaz, gücü yetmez, malik değil |
11. | li enfusi-him | : kendileri için |
12. | nef’an | : bir yarar, fayda, menfaat |
13. | ve lâ darren | : ve zarar vermez |
14. | kul | : de |
15. | hel yestevi | : bir mi, bir olur mu |
16. | el a’mâ | : âmâ olan, görmeyen |
17. | ve el basîru | : ve gören |
18. | em | : yoksa, veya |
19. | hel testevî | : bir mi, bir olur mu |
20. | ez zulumâtu | : karanlıklar |
21. | ve en nûru | : ve nur |
22. | em | : yoksa, veya |
23. | cealû | : kıldılar, yaptılar |
24. | lillâhi (li allâhi) | : Allah’a |
25. | şurekâe | : ortaklar |
26. | halakû | : yarattılar |
27. | ke | : gibi |
28. | halkı-hi | : onun yaratması |
29. | fe | : böylece |
30. | teşâbehe | : birbirine benzedi, benzer göründü |
31. | el halku | : yaratma |
32. | aleyhim | : onlara |
33. | kulillâhu (kul allâhu) | : “Allah” de |
34. | hâliku | : yaratan |
35. | kulli şey’in | : herşey |
36. | ve huve | : ve o |
37. | el vâhidu | : ek (bir tane) |
38. | el kahhâru | : kahhar olan, en kuvvetli olan, herşeye gücü yeten |
١٧
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِى النَّارِ ابْتِغَاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُ كَذلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاءً وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِى الْاَرْضِ كَذلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْاَمْثَالَ
(17) enzele mines semai maen fe salet evdiyetüm bi kaderiha fahtemeles seylü zebeder rabiya ve mimma yukidune aleyhi fin nari btiğae hilyetin ev metain zebedüm mislüh kezalike yadribüllahül hakka vel batil fe emmez zebedü fe yezhebü cüfaa ve emma ma yenfeun nase fe yemküsü fil ard kezalike yadribüllahül emsal
semadan su indirmiştir sonra su akmış vadileri dolduracak miktarda sonra sel, üste çıkan bir köpük yüklenmiş madenler de yakılır ateş olacak şekilde ziynet veya kullanma eşyası yapmak için suyun (köpüğü) gibi köpük (çıkar) Allah hak ve batıla böyle misal getirir böylece köpük ve cüfe gider amma insanlara faydalı olan ise yerde kalır böylece Allah (size) bu misalleri verir
1. | enzele | : indirdi |
2. | min es semâi | : gökten |
3. | mâen | : su |
4. | fe sâlet | : böylece akar |
5. | evdiyetun | : vadiler |
6. | bi kaderi-hâ | : miktarınca, ona takdir edilen miktar kadar |
7. | fahtemele (fe ihtemele) | : böylece yüklendi, götürdü, taşıdı |
8. | es seylu | : sel |
9. | zebeden | : köpük |
10. | râbiyen | : üste çıkan, kabaran |
11. | ve mim-mâ | : ve şeyden |
12. | yûkıdûne | : ateşe tutulurlar, yakılırlar |
13. | aleyhi | : ona, üzerinde |
14. | fî en nâri | : ateş içinde, ateşte |
15. | ibtigâe | : istedi |
16. | hılyetin | : süs eşyası |
17. | ev | : veya |
18. | metâın | : meta, eşya |
19. | zebedun | : köpük |
20. | mislu-hu | : onun misali, onun gibi |
21. | kezâlike | : işte böyle |
22. | yadribu allâhu | : Allah örnek verir |
23. | el hakka | : hak |
24. | ve el bâtıle | : ve bâtıl |
25. | fe emme | : ama, fakat |
26. | ez zebedu | : köpük |
27. | fe yezhebu | : fakat, sonra gider |
28. | cufâen | : çözülüp dağılarak |
29. | ve emmâ | : ve ama, fakat |
30. | mâ | : şey |
31. | yenfau en nâse | : insanlara yarar sağlar, faydası olur |
32. | fe yemkusu | : böylece durur, kalır |
33. | fî el ardı | : yeryüzünde |
34. | kezâlike | : böylece |
35. | yadrıbu allâhu | : Allah örnek verir |
36. | el emsâle | : örnekler, misaller |
١٨
لِلَّذينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنى وَالَّذينَ لَمْ يَسْتَجيبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَميعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه اُولءِكَ لَهُمْ سُوءُ الْحِسَابِ وَمَاْويهُمْ جَهَنَّمُ وَبِءْسَ الْمِهَادُ
(18) lillezinestecabu li rabbihimül husna vellezine lem yestecibu lehu lev enne lehüm ma fil erdi cemiav ve mislehu meahu leftedev bih ülaike lehüm suül hisabi ve me’vahüm cehennem ve bi’sel mihad
icabet eden kimselere Rablerinden daha güzeli vardır o’na icabet etmeyenler ise yerde bulunan şeylerin hepsine sahip olsalar ve onunla bir misline (daha sahip olsalar) onu fidye olarak verirlerdi hesabın kötüsü onlar içindir onların vardıkları yer cehennemdir ne kötü bir yataktır!
1. | lillezînestecâbû | : icabet edenler için vardır |
2. | li rabbi-him | : Rab’lerine |
3. | el husnâ | : en güzeli |
4. | ve ellezîne | : ve o kimseler ki |
5. | lem yestecibû | : icabet etmezler |
6. | lehu | : ona |
7. | lev enne | : (eğer, şâyet) gerçekten olsaydı |
8. | lehum | : onlara ait, onların |
9. | mâ fî el ardı | : yeryüzünde olan şeyler |
10. | cemîan | : tümü, hepsi |
11. | ve misle-hu | : ve onun bir misli daha, onun kadar daha |
12. | mea-hu | : onunla beraber |
13. | leftedev (le iftedev) | : fidye verirlerdi |
14. | bi-hi | : onu |
15. | ulâike | : işte onlar |
16. | lehum | : onlar için vardır |
17. | sûu el hısâbi | : sorgulamanın, hesabın en kötüsü |
18. | ve me’vâ-hum | : ve onların barınacağı yer |
19. | cehennemu | : cehennemdir |
20. | ve bi’se el mihâdu | : ve ne kötü yatak, döşek |