٢٣
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُ حَتّى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْكَبيرُ
(23) ve la tenfeuş şefaatü indehu illa limen ezine leh hatta iza füzzia an kulubihim kalu ma za kale rabbüküm kalül hakk ve hüvel aliyyül kebir
Fayda vermez onun katında şefaat ancak o’nun izin verdiği hariç nihayet kalplerdeki dehşet giderildiği zaman Rabbin ne buyurdu derler hakkı söyledi derler ve o, yüce, büyüktür
1. | ve lâ tenfeu | : ve fayda vermez |
2. | eş şefâatu | : şefaat |
3. | inde-hû | : onun yanında, katında, huzurunda |
4. | illâ | : ancak, den başka |
5. | li | : için |
6. | men | : kim, kimse(ler) |
7. | ezine | : izin verdi |
8. | lehu | : ona |
9. | hattâ | : hatta, olunca |
10. | izâ | : olduğu zaman |
11. | fuzzia | : dehşete kapıldı |
12. | an kulûbi-him | : onların kalplerinden |
13. | kâlû | : dediler |
14. | mâzâ | : ne |
15. | kâle | : dedi |
16. | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
17. | kâlû | : dediler |
18. | el hakka | : hak |
19. | ve huve | : ve o |
20. | el aliyyu | : âli, çok yüce |
21. | el kebîru | : kebir, çok büyük |
٢٤
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ قُلِ اللّهُ وَاِنَّا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلى هُدًى اَوْ فى ضَلَالٍ مُبينٍ
(24) kul mey yerzükuküm mines semavati vel ard kulillahü ve inna ev iyyaküm leala hüden ev fi dalalim mübin
De ki size rızık veren kimdir göklerden ve yerden Allah de herhalde ya biz yahut siz mutlaka biz hidayet üzerinde(yiz) yahut açık bir delalet içindeyiz
1. | kul | : de |
2. | men | : kim |
3. | yerzuku-kum | : sizi rızıklandırır |
4. | min es semâvâti | : semalardan, göklerden |
5. | ve el ardı | : ve arz, yer |
6. | kulillâhu (kul allâhu) | : ‘Allah’ de |
7. | ve innâ | : ve muhakkak (ki) biz |
8. | ev | : veya |
9. | iyyâ-kum | : siz, size |
10. | le | : elbette, mutlaka |
11. | alâ huden | : hidayet üzerinde |
12. | ev | : veya |
13. | fî | : içinde |
14. | dalâlin | : dalâlet |
15. | mubînin | : apaçık |
٢٥
قُلْ لَاتُسَْلُونَ عَمَّا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسَْلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
(25) kul la tüs’elune amma ecramna ve la nüs’elü amma ta’melun
De ki siz mesul değilsiniz bizim yaptığımız cürümlerden bizde sorulmayız sizin yaptıklarınızdan
1. | kul | : de |
2. | lâ tus’elûne | : siz sorulamazsınız, sorgulanmazsınız |
3. | ammâ (an mâ) | : şeylerden |
4. | ecremnâ | : biz cürüm yaptık, suç işledik |
5. | ve lâ nus’elu | : ve biz sorulmayız, sorgulanmayız |
6. | ammâ (an mâ) | : şeylerden |
7. | ta’melûne | : siz yapıyorsunuz |
٢٦
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَليمُ
(26) kul yecmeu beyne na rabbüna sümme yeftehu beynena bil hakk ve hüvel fettahul alim
De ki bir araya toplayacak Rabbimiz hepimizi sonra ayıracaktır hak ile aramızı o ki, açandır, bilendir
1. | kul | : de |
2. | yecmeu | : toplar, toplayacak |
3. | beyne-nâ | : bizim aramızda, bizim aramızı |
4. | rabbu-nâ | : bizim Rabbimiz |
5. | summe | : sonra |
6. | yeftehu | : fethedecek, açacak, hüküm verecek |
7. | beyne-nâ | : bizim aramızda, bizim aramızı |
8. | bi | : ile |
9. | el hakkı | : Hak |
10. | ve huve | : ve o |
11. | el fettâhu | : açan, hükmeden, fetheden |
12. | el alîmu | : âlim olan, en iyi bilen |
٢٧
قُلْ اَرُونِىَ الَّذينَ اَلْحَقْتُمْ بِه شُرَكَاءَ كَلَّا بَلْ هُوَ اللّهُ الْعَزيزُ الْحَكيمُ
(27) kul eruniyel lezine elhaktüm bihi şürakae kella bel hüvellahül azizül hakim
De ki bana gösterin hak olduğunu kabul ettiğiniz ortaklarınızı hayır bilakis güçlü hikmet sahibi (olan) o Allah’tır
1. | kul | : de |
2. | erûniye | : bana gösterin |
3. | ellezîne | : onlar |
4. | elhaktum | : siz ilhak ettiniz, dahil ettiniz |
5. | bi-hi | : ona |
6. | şurekâe | : şerikler, ortaklar |
7. | kellâ | : hayır, olamaz |
8. | bel | : hayır, bilâkis |
9. | huvallahu (huve allahu) | : o Allah ki |
10. | el azîzu | : azîz, üstün, yüce |
11. | el hakîmu | : hüküm ve hikmet sahibi |
٢٨
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشيرًا وَنَذيرًا وَلكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَايَعْلَمُونَ
(28) ve ma erselnake illa kaffetel lin nasi beşirav ve nezirav ve lakinne ekseran nasi la ya’lemun
Ancak seni gönderdik bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak lâkin insanların çoğu bilmezler
1. | ve mâ erselnâ-ke | : ve seni göndermedik |
2. | illâ | : ancak, den başka |
3. | kâffeten | : bütün, hepsi |
4. | li en nâsi | : insanlar için |
5. | beşîren | : müjdeleyici |
6. | ve nezîren | : ve nezir, uyarıcı |
7. | ve lâkinne | : ve lâkin, fakat |
8. | eksere | : daha çok, çoğu |
9. | en nâsi | : insanlar |
10. | lâ ya’lemûne | : bilmiyorlar |
٢٩
وَيَقُولُونَ مَتى هذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ
(29) ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikiyn
Derler vaad edilen azap ne zaman eğer doğru söylüyorsanız
1. | ve yekûlûne | : ve diyorlar, derler |
2. | metâ | : ne zaman |
3. | hâzâ | : bu |
4. | el va’du | : vaad |
5. | in | : eğer |
6. | kuntum | : siz oldunuz |
7. | sâdikîne | : sadık olanlar, doğru söyleyenler |
٣٠
قُلْ لَكُمْ ميعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَاْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ
(30) kul leküm miadü yevmel la teste’hirune anhü saatev ve la testakdimun
de ki sizin miadınız öyle bir gün ki ne geri kalabilirsiniz o saatten bir an ne de ileri geçebilirsiniz
1. | kul | : de |
2. | lekum | : sizin için |
3. | mîâdu | : (belirlenmiş) zaman |
4. | yevmin | : (bir) gün |
5. | lâ teste’hirûne | : tehir edemezsiniz, geciktiremezsiniz, erteleyemezsiniz |
6. | an-hu | : ondan |
7. | sâaten | : bir saat |
8. | ve lâ testakdimûne | : ve takdim edemezsiniz, öne alamazsınız |
٣١
وَقَالَ الَّذينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهذَا الْقُرْانِ وَلَا بِالَّذى بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنينَ
(31) ve kalellezine keferu len nü’mine bi hazel kur’ani ve la billezi beyne yedeyh ve lev tera izizzalimune mevkufune inde rabbihim yarciu ba’duhüm ila ba’dinil kavl yekulüllezinestud’ifu lillezi nestekberu lev la entüm lekünna mü’minin
Küfredenler dedi biz asla iman etmeyiz bu kur’an’a ve bunun önünden gelenlere de bir görmüş olsan o zaman zalimlerin Rablerinin huzurunda yakalayıp durduklarını birbirlerine dönüp laf (attıklarını) zayıf olanlar diyecek büyüklük taslayanlara siz olmasaydınız biz kesinlikle mü’minlerden olurduk
1. | ve kâle | : ve dedi |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | keferû | : inkâr ettiler |
4. | len nû’mine | : asla inanmayız |
5. | bi hâzâ | : buna |
6. | el kur’âni | : Kur’ân |
7. | ve lâ | : ve olmaz |
8. | bi ellezî | : ona |
9. | beyne yedeyhi | : elleri arasında, önlerinde |
10. | ve lev | : ve şâyet, eğer |
11. | terâ | : görürsün |
12. | iz | : olduğu zaman |
13. | ez zâlimûne | : zalimler, zulmedenler |
14. | mevkûfûne | : tevkif edilenler, tutuklananlar |
15. | inde | : yanında, huzurunda |
16. | rabbi-him | : onların Rabbi (Rab’leri) |
17. | yerciu | : dönerler |
18. | ba’du-hum | : onların bir kısmı |
19. | ilâ ba’dın | : bir kısmına, diğerlerine |
20. | el kavle | : söz, lâf |
21. | yekûlu | : der |
22. | ellezîne | : onlar |
23. | istud’ifû | : zaafa uğratılanlar, hakir görülenler |
24. | li ellezîne | : onlara |
25. | istekberû | : büyüklük tasladılar, kibirlendiler |
26. | lev lâ entum | : eğer sizler olmasaydınız |
27. | le kun-nâ | : biz mutlaka olurduk |
28. | mû’minîne | : mü’minler |